BÜKREŞ, BRAN ve BRAŞOV GEZİMİZ
Uygun fiyat ile aylar öncesinden aldığımız uçak biletlerimiz ile dört kişilik bir grup olarak üç günlük seyahatimizin vakti gelmişti. 1 Nisan 2016 tarihinde İzmir Adnan Menderes Havalimanından İstanbul aktarmalı olarak Bükreş’e olan yolculuğumuza çıktık. Yapmış olduğumuz planda 1,5 günümüzü Bükreş’te ve 1 günümüzü de Transilvanya’da geçirmeye karar vermiştik. Türkiye’deyken Bükreş Merkez’de bir otel ve havaalanından teslim alacak şekilde de bir araç kiralamamızı yapmıştık.
Otel için 4 kişilik bir apart ev tutmuştuk. Ev için 2 geceliğine toplamda yaklaşık 140 USD, 3 günlük araç kirasına da 105 USD gibi bir bedel ödemiştik.
İzmir – İstanbul uçuşumuzun ardından İstanbul’dan yaklaşık 1,5 saat sonra Bükreş’e varmıştık.
Bükreş Havalimanındaki araç kiralama şirketleri arasından daha önceden alımını yaptığımız aracımızı teslim aldıktan sonra şehir merkezine otelimize doğru yola çıktık.
İlk acemilik olsa gerek araç ile yarım saatlik yolu bir saatte ancak alabildik. Apart otelimizdeki odamızın boşalmamış olması nedeniyle bizleri başka bir otele yönlendirdiler. Fakat bu otelde aynı lokasyonda ve kalite olarak diğeri ile aynı standartta olduğu için bizler açısından bir sıkıntı yaratmayacağı için yeni oteli kabul ettik.
Saat 13:00 olmuştu. Türkiye’deyken 1 Nisan akşamı için Flarmoni Konseri için bilet rezervasyonu yapmıştık. Konser saat 19:00’da başlayacaktı ve biletlerinde 18:00’den önce alınması gerekiyordu. Hızlıca bir program yaptık ve önce karnımızı doyurup, sonrasında da konser biletlerimizi de alacağımız Ateneum’a doğru olan güzergahtaki gezilecek yerleri gezmeye karar vermiştik.
Yemek için eski şehir bölgesinde yer alan Caru’cu Bere’ye gitmeye karar vermiştik. Caru’cu Bere yani Bira vagonu, eski şehir bölgesinde yer alan 1879 yılında kurulmuş ve 1899 yılından beri bugün de işletmenin bulunduğu gotik tarzdaki binada hizmet vermektedir. Binanın iç dekorasyonu Art Nouveau tarzında tasarlanmıştır.
Yemek sonrası hemen Caru’cu Bere’nin bulunduğu sokağın devamında yer alan CEC Bank Binasını dışarıdan görmek istedik. Binanın inşasına 1897 yılında başlanmış ve 1900 yılında bina faal hale gelmiştir. Eklektik tazdaki binanın cam kubbesi görülmeye değerdir.
CEC Binasını inceledikten sonra eski şehrin sokaklarında ilerlemeye devam ediyoruz. Eski şehrin sokaklarında 1724 yılında inşa edilmiş ortadoks kilisesi Stravolpoleos Kilisesini geziyoruz.
Kiliseden çkıp, Victoria Caddesi üzerinde ilerliyoruz. Önce yol üzerindeki Macca-Vilacrosse Pasajlarını gezip yolumuza devam ediyoruz. Pasaj 19yy’da yapılmış ve Romanyanın ilk borsasına ev sahipliği yapmış. 1950 – 1990 arasında da pasaj kuyumcular çarşısı olarak hismet etmiş. Fakat günümüzdeki hali daha atıl kalmış ve küçük ama vasat işletmelerin olduğu bir mekan haline gelmiş.
Victoria Caddesinde yola devam ettiğinizde kendinizi önündeki meydanda Atatürk Büstününde bulunduğu 1911 yılında inşa edilen ODEON Tiyatrosunun önünde buluyorsunuz.
Saat ilerlemiş ve 19:00’daki filarmoni konserine neredeyse 2 saat kalmıştı. Hem Ateneum’u gezmek hem de Türkiye’den online rezervasyon ile ayırttığımız biletlerimizi almak için Ateneum’a gittik. Kişi başı 65 Lei yani yaklaşık 45 TL karşılığında konser biletlerimizi aldıktan sonra Ateneum’u biraz gezip, vakit geçirmeye başladık.
Neoklasik tarzda inşa edilen Ateneum 1888 yılında işlerliğini kazanmış olsa da inşaat işleri 1897 yılına kadar devam etmiştir. Konser salonu yaklaşık 700 kişi kapasiteli ve 1992 yılındaki esaslı restorasyon ile ilk günkü gibi işlerliğini süredirebilmektedir.
Böyle bir salonda bir klasik müzik konseri dinleme fırsatını yakalayabilmiş olmaktan çok mutluluk duyduk. Online olarak bilet rezarvasyonunun yapılabilmesi de çok büyük bir avantaj olmuştu. http://www.fge.org.ro/en/ adresinden Sizlerde ziyaret döneminiz içerisinde bir konser olup olmadığını kontrol edebilir ve bu deneyimi yaşayabilirsiniz.
Konser sonrası Ateneum yakınında yer alan ve internet sitelerinde de beğeni toplamış olan LA MAMA Restoran’da akşam yemeğimizi yemeye ve ardından kısa bir şehir turu ile günümüzü sonlandırmaya karar verdik.
2. GÜN (02/Nisan/2016)
Sabah erkenden kalkıp, hazırlandık. Hava bir önceki güne göre biraz daha serin olsa da havanın açık olması yapacağımız günübirlik Transilvanya turumuz için iyi haberdi.
Kahvaltılık olarak LUCA’dan yanımıza atıştırmalıklarımızı alıp ardından yola koyulduk. LUCA’dan atıştırmalık olarak baget şekildeki ve içinde zeytinli, kaşarlı veya sosisli hamur işlerini muhakkak denemelisiniz. Hem fiyatları çok ucuz hem de oldukça lezzetliler.
Transilvanya denince herkes gibi bizim de aklımıza önce Kont Drakula ve Drakulanın esin kaynağı olan Vlad Tepez gelmişti. Transilvanya’ya yapacağımız seyahatin de mottosu zaten Drakula karakterine esin kaynağı olan daha doğrusu olduğunu düşündüğümüz Vlad’ın Bran Kalesini görmek Vlad’ın hayatı hakkında biraz bilgi edinmekti. Fakat günün sonunda esasen görülmesi gereken yerin Peleş Kalesi olduğu ve Braşov’da bir mola verilmesi gerektiği ve buralara kadar gelmişken de Bran Kalesini görmek gerektiği şeklinde sıralamanın olması gerektiğini anladık.
Aracı park ettikten sonra yaklaşık 1000 mt’lik bir yol ve yol üzerinde el sanatları ve ufak tefek hediyelik eşyaların satıldığı keyifli bir yoldan geçerek Peleş Kalesinin eteklerine varıyorsunuz.
1839 – 1914 yılları arasında hüküm sürmüş olan 1. Carol 1866 yılında bölgeye yaptığı ziyarette bölgeyi beğenmiş ve 1873 yılında kalenin inşaatını başlatmış ve 1914 yılında kalenin inşaası tamamlanmış. Kale’nin inşa edildiği 1300 km2 lik alan 1. Carol tarafından satın alınmış ve inşaat bu arazi üzerinde yapılmış. 1947 yılında Kominist Rejimin gelmesi ile Kale’ye de rejim tarafından el konulmuş. 1953 yılından itibaren müze olarak kullanılmaya başlanmış. 1975 – 1990 Çavuşesku döneminde ise bölge halka kapatılmış. Rejimin son döneminde ise protokol konuklarının ağırlandığı bir konaklama halini almıştır.
Peleş Kalesini giriş ücreti 20 Lei fakat içeride fotograf çekebilmek için ayrıca bir ücret ödenmesi gerekiyor. Bu ücreti ödemeden içeride fotograf çekerim nasılsa demeyin, içeride sürekli görevlilerce takip ediliyorsunuz ve gerekirse de ihtar etmekten geçinmiyorlar.
Peleş Kalesindeki gezimizi bitirdikten sonra Bran Kalesine giderken yolda Braşov’a uğrayıp hem birşeyler yemek hem de bu 300.000 kişilik şehri görmek istedik. Kesinlikle bu rotada seyahet edenlerin görmesi gereken çok sevimli ve güzel bir şehir Braşov.
Braşov, Romanya’nın en büyük 8. şehri durumundadır. Bir kayak merkezi olan bu kasaba, Bükreşin 170 km kuzeyinde ve tabiki Transilvanya bölgesinde yer almaktadır.
Piata Sfatalui adı verilen meydan şehrin kalbi ve toplanma yeri konumundadır. Meydanın tam ortasındaki yapı ise Meclis Binası dır. Binada Trompet Kulesi adındaki kule 1420 yılında inşa edilmiş ve zaman içerisindeki tadilatlar ile günümüzdeki gibi bina ile ilşkili hale getirilmiştir.
İİnşa edildiği dönemde şehir tehlike altında iken trompet çalınarak şehir halkı tehlikeye karşı uyarılırmış. 1420 yılında inşa edilen orjinal kule bir yangın sonrasında tamamen yıkılmış ve daha sonrasında da günümüzdeki halini alacak şekilde yeniden inşa edilmiştir.
Meydanı çevreleyen binaların altında hizmet veren bir çok restoran ve kafe bulunmaktadır.
Braşov’un en önemli binalarından biri de Black Church’tür. Viyana ile İstanbul hattı üzerindeki en büyük Gotik Kilise olma özelliğini taşımaktadır. Black Church’ün olduğu yerdeki ilk kilisenin inşa tarihi 1385 yılına uzanmaktadır.
Kilise hakkında detaylı bilgimiz olmadığı için biz içerisine girmemiştik. Fakat kilise, Avrupa’daki en zengin Anadolu halı koleksiyonuna sahipmiş. 118 adet 17. yy ve 18 yy.’dan kalma halı özel UV filitreli camlar arkasında koruma altında tutulmaktaymış.
Ayrıca kilise, 1836 ila 1839 yılları arasında imal edilen 4000 tüplü orgu ile Avrupa’nın en büyük orglarından da birine sahipmiş. Ve biz bu kilisenin kapısına kadar gidip geri döndük. :((((((( Buradan ne ders çıkartıyoruz. Gitmeden önce gezeceğiniz yerler hakkında detaylı bilgi alın.
Kısıtlı bir zamanımız kaldığı için hızlıca hareket edip, Bran Kalesine doğru yola koyulduk. Bran Kalesi ününü Bram Stroker’ın Drakula karakterine borçludur. Transilvanya’lı bir kont olan Drakula karakterinin işlendiği roman, hikaye ve filmler ile kale giderek ünlenmiştir. Esasen Stroker hiç bir zaman Transilvanya’ya gitmemiş ve elindeki betimlemeler ile Drakula’nın şatosunu da romanlarında betimlemiştir.
1897 yılındaki Drakula Romanı ile hayat bulan Drakula karakteri ve kalesi sayesinde bölgeye her yıl önemli miktarda turist gelmektedir. Fakat esasen Vlad Tepes bu kaleye çok kısa süreli ziyaretler haricinde uzun süreli hiç bir konaklama yapmamış ve bu kalede ikamet etmemiştir. Fakat yaklaşık 120 yıllık roman ve sonrasında bu romanın versyonları sinema filmleri ile bu durum, Romanya’lıların bile kendilerini inandırdığı bir mit halini almıştır.
Kalenin içerisinde çok az bir kısımda Vlad Tepes ve Drakula ile ilgili belge ve eşya ile karşılaşılıyor. Daha önce de belirttiğim gibi, bu kalede Vlad Tepes çok kısa süre için bulunmuş. Kalede esasen burada yaşamış olan ailelerin o dönemden kalan eserleri sergilenmekte olup, Drakula ve Vlad ile esasen kalenin çokta ilişkili olmadığını öğrenince kaleye bile girilmeden dışarıdan fotograflanmasının yeterli olacağını düşünmeye başladık. Kale’nin giriş ücreti 35 Lei (25 TL). ve 1 Nisan ile 30 Eylül arası Salı gününden Pazar gününe kadar kaleyi 09:00 – 18:00 arası, P.tesi günü ise 12:00 ile 18:00 arası ziyaret edebilirsiniz. Diğer tarihlerde ise kapanış saati 18:00 yerine 16:00 olarak uygulanmaktadır. Daha detaylı bilgiyi Kalenin resmi websitesi olan http://www.bran-castle.com/ adresinden öğrenebilirsiniz.
Bran Kalesi, Drakula ile özdeşleştirilse de bu konu ile ilgili çokta fazla tematik öğeleri bulamayacağınızı belirtmek isteriz. Ama tabiki Transilvanya’ya gelipte burayı görmeden de olmaz. Ama beklentileri karşılayamadığını da belirtmek isterim. Ama bu bir günlük günübirlik Karpatlar gezimizde dahi bölgenin doğasına, havasına ve tabi güzelliklerine hayran kaldığımızı belirtmek isterim. Bölgeyi sonbaharda da yaprakların sararmaya başlaması ile de ayrıca bir daha gezmek isterim.
3.GÜN (03/Nisan/2016)
Sabah kalkıp kendimize kahvaltı için yer seçerken Herastrau Parkı’na gitmeye karar verdik. Zaten gezimizin bu son günündeki kısıtlı zamanımızda görmek istediğimiz Village Museum’da bu parkın içerisinde yer almaktaydı.
Parkın güneyinde Zafer Tagı’nı da bu vesile ile görme imkanımız olacaktı.
Öncelikli olarak kaldığımız yere çok yakın lokasyondaki Parlamento Binasını görmeye gittik. 1983 – 1989 yılları arasında inşa edilenyapı, Çavuşesku tarafından yaptırılan ve dünya üzerindeki en büyük sivil yönetim binası olma özelliğine sahiptir. 1100 odalı bina tabanda 270 mt’ye 240 mt’lik bir alana oturmakta olup 86 mt yüksekliğindedir.
Parlemento binasına girmeyi ve gezmeyi biz tercih etmedik. Fakat bina içerisi gezilebilmektedir. Bunun için gruplar halinde ziyaretçiler gezdirilmektedir. Parlamento Binasının yanından ayrılıp, kahvaltı yapmak için Herastrau Parkına doğru yola koyulduk. Şehir merkezine sadece 7 km uzaklıkta neredeyse şehir merkezi kadar büyük bir park burası. Parkın içerisinde göl, village town ve daha bir çok sosyal donatı alanı bulunmaktadır.
Parkın içerisindeki Pescarus Restoran göl kenarında gölü seyrederken çok keyifli bir şekilde kahvaltınızı yapabileceğini bir mekan. 15 LEI’ye keyifli bir kahvaltı yapma imkanını bu mekanda bulabilirsiniz.
Kahvaltıdan sonra Village Museum’u gezmek için parkın içerisinden yürüyerek Village Museum’un girişine geldik. 10 LEI karşılığında biletlerimizi alıp, gezmeye başladık.Etnografya müzesi olma özelliğine sahip, Village Museum yaklaşık 100.000 m2 bir alan üzerinde 272 adet Romanya kültürünü yansıtan geçmişten günümüze yapıyı barındırmaktadır. Müze 1936 yılında kurulmuş.
Yaklaşık 2 saatlik gezintimizden sonra Village Town’dan çıkınca bizi bir sürpriz bekliyordu. Pazar günü de olması nedeniyle parkın içerisinde panayır havasında standları kurulmuş ve bir yandan tatlı ve hediyelik eşya satıcıları bir yandan da öğle saatinin de gelmiş olması nedeniyle mangallarda ızgaraların satışlarının yapılmasına başlanmıştı.
Bizde hemen bu mangallı standlardan birisine yanaştık ve gözümüze kestirdiğimiz ızgaralardan almaya karar verdik. Kişi başı 15 LEI’ye karnımızı çok keyifli bir şekilde doyurduk.
Parkın hemen dışındaki Zafer Tagının da yanından geçerek parkın yaklaşık 7 km güneyindeki şehir merkezine doğru yolumuza devam ettik.
Yol üzerinde Enescu Müzesinin de önünden geçtik. Fakat zaman darlığımız nedeniyle bir müzenin içerisini gezme fırsatını maalesef bulamadık. George Enescu, gezimizin birinci gününde izlediğimiz konserdeki orkestraya da ismini veren 4 yaşında piano çalarak müzik hayatına başlamış opera ve daha bir çok esere imza atmış 1881 – 1955 yılları arasında yaşamış Romanya’nın önemli müzisyenlerinden birisidir.
Kalan kısıtlı zamanımızda Eski Şehri son kez turlayıp, 14. yy da inşa edilmiş daha sonrasında da Vlad Tepes’inn de kullandığı sarayının ve sarayın yanındaki Old Court Kilisesininde fotograflarını çekip, bu üç günlük gezimizin sonuna geliyoruz.